Nisan 16 2010 Cuma
Kurumsal Sosyal Ağ Yazılımları bize uyacak mı? (1)
Son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen konu "Kurumsal Sosyal Ağ Yazılımları". Bloglar, mikro-bloglar, wikiler vs. Belki bu konuların "İş zekası", "Doküman Yönetim Sistemleri", "İş Akış Uygulamaları" gibi BT Haber orta sayfalarına düşmesi zaman alacak ama global anlamda fırtına yaklaşıyor...
Gartner, 2014 itibariyle şirket içi kişisel iletişiminin %20'sinde E-posta yerine sosyal medya araçlarının kullanılacağını iddia ediyor ve kurumlara uzun vadeli sosyal yazılım stratejilerini belirlemeyi tavsiye ediyor. Bugüne kadar gelişen tüm trendlerde fitili yakan en büyük gruplardan biri olan Gartner, aslında bu gelişimin de önünü açmış bulunuyor.
Müşteri bakış açısı ise bilgi kirliliğine kurban edildi şu sıralar. Örneğin "sosyal ağ" kavramı bizi çok korkutuyor çünkü hemen aklımızda kurum logosunu içeren bir Facebook canlanıyor. Facebook ise zaman kaybı demek, oyun demek, virüs demek ve bilgi gizliliğinin kaybedilmesi demek. Bu eşleşmeler ise patronları, yöneticileri ve hatta çalışanları oldukça telaşlandırıyor.
Peki bizim iş yapma kültürümüz bu yeni trend ile uyum sağlayacak mı?
Öncelikle birincil hatamızın bu cümlede saklı olduğunu düşünüyorum. İş yapma kültürümüz aynı dil gibi. Bize oldukça sabit görünüyor ama aslında çok kaygan bir zeminde sürekli hareket halinde. Çok klişe olacak ama bundan 10 yıl önce bir şirkette çalışanlara E-posta hesabı ve internet bağlantısı vermek 'masalarına gazete koymak' gibi algılanıyordu. E-posta demek arkadaşlarıyla yazışacak demek, internet bağlantısı demek bütün gün aylak aylak gezinecek demekti. Aslında iş yapma kültürü dediğimiz şey; şirket içerisinde çalışanların, yöneticilerin ve patronların oluşturduğu kollektif metodolojilerin, yazılı olan/olmayan kuralların ve davranış kalıplarının bütünü. Bu insanlar değiştikçe, teknolojik olanaklar genişledikçe ve işleri kolaylaştıran pragmatik araçlar ve yöntemler geliştikçe bu kültür de iyi ya da kötü yönde değişiyor.
İkinci nokta; şirketlerin (patronlar, müdürler ve çalışanlar) ne kadar pragmatik olduğunu gözden kaçırmamamız gerektiği. Örneğin wiki mekanizması (buna collaborative content generation demeyi çok seviyorum :) ) bir Kalite departmanına verilse şirketin en önemli mekanizmalarından biri haline getirilir. Çünkü çok temel bir problemi çözüyor. Hiç bir kelime işlem yazılımı iki veya daha fazla kişi tarafından düzenlenen bir doküman için (örneğin bir prosedür dokümanı) versiyonlamanın da dahil olduğu bir çözüm üretemiyor. Bir başka şirketin blog veritabanını gece çalışan güvenlik görevlilerinin 'vukuat raporu' için kullandıklarını duymuştum. Çok mantıklı aslında: birden fazla yazar var, günlük yazılıyor, birden fazla okuyucu var ve güvenlik görevlisine e-posta hesabı açmaktan daha mantıklı. Peki iki çalışan telefon ya da e-posta varken neden 'chat' yapsın ki? Telefonla ulaşamama problemi var, ulaştığınızda ise ahize kulağınızda bekliyorsunuz. Arayan kişi de, aradığınız kişi de başka bir işle uğraşamıyor. E-posta'da ise aklınızın bir köşesinde 'okundu mu?', 'işlem sürüyor mu?' veya 'bir daha arasam mı?' sorularıyla uğraşmak var. Bir de mesaj gönderirken 'Naber?' diye yazmaktan çekiniriz, saçma durur. Oysa öteki türlü de kaba gelir. Sabaha kadar örnekleyebiliriz...
Bir nokta daha var ki biraz akademik kavramlara gireceğim. Yönetim teorilerinde 'kurumsallaşma' diye çevrilen ama 'kurumsal' lafına ettiğimiz tecavüzler nedeniyle hep yanlış anlaşılan 'Institutionalism' kavramına atıfta bulunmak gerekiyor. Çok geniş ve detaylı bir konu olduğundan derinlemesine girmek istemiyorum. Temel olarak kurumların zaman içerisinde neden belli izomorfik yapılara yakınsadığını inceleyen sosyal bir teori vardır. Örneğin tüm araba şirketleri ERP sistemi kullanır, tüm bireysel bankacılık şirketleri CRM yazılımı satın alır, tüm kargo şirketleri ISO 900XXX numaralı kalite sistemine sahiptir vs. Bakıldığı zaman çok mantıklı gelmekle birlikte tarihsel süreci incelediğimizde bu tipte stratejik kararların doğruluğunun veya verimliliğinin kanıtlanmasının beklenilmeden birden fazla organizasyon tarafından yakın tarihlerde uygulanmaya başlandığını görürüz. Teorisyenler bunun sebebini araştırırken böyle bir eğilimin olduğunu empirik olarak doğrulamışlardır. Küçük detaylarla ilgili tartışmalar halen sürmektedir fakat bugün bu eğilim yaygın bir kabul görüyor.
'Institutionalism' etkisinin hafife alınmaması gerekir. Bugün HSBC'nin Lotus Connections uygulamasını satın alıyor olması çok yakında bir kaç bankanın daha benzer yatırımları yapacak olmasının işaretidir. Bu 'replikasyon' bir finans kuruluşuna, oradan sigorta kuruluşuna, oradan servis organizasyonuna, oradan da bir üretim organizasyonuna sıçrayacaktır. Tıpkı 'İş zekası', 'ERP' ya da '6-Sigma' gibi.
Dolayısıyla büyük resim şu şekilde gelişecek:
1. Bazı şirketler büyük finansal risk alma yetenekleri, organize olma güçleri ve biraz da şişmiş İK bütçelerini kullanarak bu ilk adaptasyonu gerçekleştirecekler (Early-adaptors).
2. Onların rakipleri, dirsek temasında bulundukları farklı şirketler ya da az çok benzer problemleri yaşayan başka organizasyonlar bu trendi yakalayacaklar ve ikinci dalga kurulumlar yaşanacak.
3. Bu sırada daha fazla ürün piyasaya sürülecek ve fiyatlar düşecek. Büyük şirketlerden daha orta düzeyde şirketlere transfer olan karar vericiler daha düşük bütçeli yeni yazılımları uygulayacaklar.
4. Artık bu tip uygulamaları kullanmayan şirketler 'eski kafalı' olarak damgalanacak, hor görülecek. Yeni trende şüpheyle de yaklaşsalar bu şirketler de küçük parçalar halinde sosyal yazılımlar türetecekler.
5. 10 sene sonra birileri Starbucks'ta 'Eskiden sosyal yazılım diyince patronlar o iş olmaz diyip kestirip atardı' diye hikayeler anlatıyor olacak.
Bir sonraki yazımda sosyal yazılımların bileşenlerini incelemek istiyorum. Görüşmek üzere...
Gartner, 2014 itibariyle şirket içi kişisel iletişiminin %20'sinde E-posta yerine sosyal medya araçlarının kullanılacağını iddia ediyor ve kurumlara uzun vadeli sosyal yazılım stratejilerini belirlemeyi tavsiye ediyor. Bugüne kadar gelişen tüm trendlerde fitili yakan en büyük gruplardan biri olan Gartner, aslında bu gelişimin de önünü açmış bulunuyor.
Müşteri bakış açısı ise bilgi kirliliğine kurban edildi şu sıralar. Örneğin "sosyal ağ" kavramı bizi çok korkutuyor çünkü hemen aklımızda kurum logosunu içeren bir Facebook canlanıyor. Facebook ise zaman kaybı demek, oyun demek, virüs demek ve bilgi gizliliğinin kaybedilmesi demek. Bu eşleşmeler ise patronları, yöneticileri ve hatta çalışanları oldukça telaşlandırıyor.
Peki bizim iş yapma kültürümüz bu yeni trend ile uyum sağlayacak mı?
Öncelikle birincil hatamızın bu cümlede saklı olduğunu düşünüyorum. İş yapma kültürümüz aynı dil gibi. Bize oldukça sabit görünüyor ama aslında çok kaygan bir zeminde sürekli hareket halinde. Çok klişe olacak ama bundan 10 yıl önce bir şirkette çalışanlara E-posta hesabı ve internet bağlantısı vermek 'masalarına gazete koymak' gibi algılanıyordu. E-posta demek arkadaşlarıyla yazışacak demek, internet bağlantısı demek bütün gün aylak aylak gezinecek demekti. Aslında iş yapma kültürü dediğimiz şey; şirket içerisinde çalışanların, yöneticilerin ve patronların oluşturduğu kollektif metodolojilerin, yazılı olan/olmayan kuralların ve davranış kalıplarının bütünü. Bu insanlar değiştikçe, teknolojik olanaklar genişledikçe ve işleri kolaylaştıran pragmatik araçlar ve yöntemler geliştikçe bu kültür de iyi ya da kötü yönde değişiyor.
İkinci nokta; şirketlerin (patronlar, müdürler ve çalışanlar) ne kadar pragmatik olduğunu gözden kaçırmamamız gerektiği. Örneğin wiki mekanizması (buna collaborative content generation demeyi çok seviyorum :) ) bir Kalite departmanına verilse şirketin en önemli mekanizmalarından biri haline getirilir. Çünkü çok temel bir problemi çözüyor. Hiç bir kelime işlem yazılımı iki veya daha fazla kişi tarafından düzenlenen bir doküman için (örneğin bir prosedür dokümanı) versiyonlamanın da dahil olduğu bir çözüm üretemiyor. Bir başka şirketin blog veritabanını gece çalışan güvenlik görevlilerinin 'vukuat raporu' için kullandıklarını duymuştum. Çok mantıklı aslında: birden fazla yazar var, günlük yazılıyor, birden fazla okuyucu var ve güvenlik görevlisine e-posta hesabı açmaktan daha mantıklı. Peki iki çalışan telefon ya da e-posta varken neden 'chat' yapsın ki? Telefonla ulaşamama problemi var, ulaştığınızda ise ahize kulağınızda bekliyorsunuz. Arayan kişi de, aradığınız kişi de başka bir işle uğraşamıyor. E-posta'da ise aklınızın bir köşesinde 'okundu mu?', 'işlem sürüyor mu?' veya 'bir daha arasam mı?' sorularıyla uğraşmak var. Bir de mesaj gönderirken 'Naber?' diye yazmaktan çekiniriz, saçma durur. Oysa öteki türlü de kaba gelir. Sabaha kadar örnekleyebiliriz...
Bir nokta daha var ki biraz akademik kavramlara gireceğim. Yönetim teorilerinde 'kurumsallaşma' diye çevrilen ama 'kurumsal' lafına ettiğimiz tecavüzler nedeniyle hep yanlış anlaşılan 'Institutionalism' kavramına atıfta bulunmak gerekiyor. Çok geniş ve detaylı bir konu olduğundan derinlemesine girmek istemiyorum. Temel olarak kurumların zaman içerisinde neden belli izomorfik yapılara yakınsadığını inceleyen sosyal bir teori vardır. Örneğin tüm araba şirketleri ERP sistemi kullanır, tüm bireysel bankacılık şirketleri CRM yazılımı satın alır, tüm kargo şirketleri ISO 900XXX numaralı kalite sistemine sahiptir vs. Bakıldığı zaman çok mantıklı gelmekle birlikte tarihsel süreci incelediğimizde bu tipte stratejik kararların doğruluğunun veya verimliliğinin kanıtlanmasının beklenilmeden birden fazla organizasyon tarafından yakın tarihlerde uygulanmaya başlandığını görürüz. Teorisyenler bunun sebebini araştırırken böyle bir eğilimin olduğunu empirik olarak doğrulamışlardır. Küçük detaylarla ilgili tartışmalar halen sürmektedir fakat bugün bu eğilim yaygın bir kabul görüyor.
'Institutionalism' etkisinin hafife alınmaması gerekir. Bugün HSBC'nin Lotus Connections uygulamasını satın alıyor olması çok yakında bir kaç bankanın daha benzer yatırımları yapacak olmasının işaretidir. Bu 'replikasyon' bir finans kuruluşuna, oradan sigorta kuruluşuna, oradan servis organizasyonuna, oradan da bir üretim organizasyonuna sıçrayacaktır. Tıpkı 'İş zekası', 'ERP' ya da '6-Sigma' gibi.
Dolayısıyla büyük resim şu şekilde gelişecek:
1. Bazı şirketler büyük finansal risk alma yetenekleri, organize olma güçleri ve biraz da şişmiş İK bütçelerini kullanarak bu ilk adaptasyonu gerçekleştirecekler (Early-adaptors).
2. Onların rakipleri, dirsek temasında bulundukları farklı şirketler ya da az çok benzer problemleri yaşayan başka organizasyonlar bu trendi yakalayacaklar ve ikinci dalga kurulumlar yaşanacak.
3. Bu sırada daha fazla ürün piyasaya sürülecek ve fiyatlar düşecek. Büyük şirketlerden daha orta düzeyde şirketlere transfer olan karar vericiler daha düşük bütçeli yeni yazılımları uygulayacaklar.
4. Artık bu tip uygulamaları kullanmayan şirketler 'eski kafalı' olarak damgalanacak, hor görülecek. Yeni trende şüpheyle de yaklaşsalar bu şirketler de küçük parçalar halinde sosyal yazılımlar türetecekler.
5. 10 sene sonra birileri Starbucks'ta 'Eskiden sosyal yazılım diyince patronlar o iş olmaz diyip kestirip atardı' diye hikayeler anlatıyor olacak.
Bir sonraki yazımda sosyal yazılımların bileşenlerini incelemek istiyorum. Görüşmek üzere...
Serdar Basegmez
|
Nisan 16 2010 12:50:02 PM
|
Social Software Kurumsal Bilgi Sistemleri
|
Comments (2)
Henüz adı kurumsal sosyal ağ olmasa da şimdiden bazı şirketlerde bu değişim başlamış durumda.
Özellikle personel yaş ortalamasının düşük olması ve şirketin hizmet sektöründe olması bunu olumlu yönde etkiliyor, adaptasyonu da kolaylaştırıyor.
Bankalar ise bu konuda istisna oluşturuyor. Hala e-maillerin formatına, hitap ve selam şekline karışan beyin yönetiyor bunları.
Erdem,
O beyinler bu formatlarına devam edecekler. BDDK'nın finans kuruluşlarına getirdiği kısıtlamaları görsen onlara hak bile verebilirsin :)
Benim de teorim yaş ortalaması düşen personelin yönetim kademelerine girmesi bu süreci iyice hızlandıracak olması.